top of page

8 Akademisyenin Gözünden Sultan II. Abdülhamid

  • Yazarın fotoğrafı: Editör
    Editör
  • 30 Nis 2022
  • 5 dakikada okunur

Sultan II. Abdülhamid yakın tarihimizin üzerinde tek bir görüşte mutabık kalınması mümkün olmayan padişahlarındandır. Tahta oturduğu dönemdeki dünya dengelerinin değişkenliği, gerek Batı, gerekse de Doğu’ya yönelik oluşturmaya çalıştığı politikaları, farklı tarihi kaynaklarda çoğu zaman siyasi sebeplerle kasıtlı çarpıklaştırılarak, onu adeta iki ayrı kimliğe bürümekte. Bu nedenle Cumhuriyet sürecine giden yolun taşlarını döşeyen II. Abdülhamid’in, ölümünün 100. yılında tekrardan irdelenip anlaşılması önemlidir. Biz de olağan bilgi kalabalığının arasından özgün fikirlere sahip 8 ayrı akademisyenin, daha önce Mehmet Tosun tarafından hazırlanan ve Yeditepe Yayınlarında yayınlanan soru ve cevapları konuya ışık tutması amacıyla sizler için derledik.

1. Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu

Sultan II. Abdülhamid, halifeliği İslam dünyasını birleştirici bir unsur olarak aktif şekilde kullanmıştı. Bu konuda neler söylersiniz?

Sultan Abdülhamid bir anlamda kadimin yani Osmanlı tarihi ile kanun-ı kadimin yalnız yaşayan, medeni olan Osmanlı’nın, siyasal anlamda son direnme gösteren sultanıdır. Bu anlamda da Sultan Abdülhamid, bir taraftan sömürgecilik karşısında direnmiş, diğer taraftan da kendi bildiği ve yüklediği kadimin içindeki toplulukların kaderleriyle ilgilenmeye çalışmıştır. O, bu politikası ile bir anlamda sömürgecilik karşısında bu son devletin ömrünü uzatan bir politika takip etmiştir. Sultan Abdülhamid’i sadece İslam tarihi, Osmanlı tarihi, Türk tarihi açısından değil, insanlık tarihi açısından önemli kılan husus budur. Aynı tarihlerde Hint’te böyle bir önem görülmemiştir. Sultan Abdülhamid şahsında, Osmanlı Devleti böyle bir döneme direnç gösterebilmiştir. Bu anlamda o, kadim kültürün son hükümdarıdır.

2. Prof. Dr. Mete Tunçay

Abdülhamid’in Meşrutiyet’e bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bana göre Abdülhamid Meşrutiyet’i, yani anayasal yönetimi hiçbir zaman kötülememiştir. Yalnız "Meşruti yönetim iyi bir şeydir. " derken milletin, halkın buna hazır olması gerektiğini hâlbuki yeteri kadar hazır olmadığı ileri sürülmüştür. Eğitim yoluyla halkın meşruti hayat içinde yaşamasına yetecek olgunluk düzeyine erişmesini düşünmüştür. Bunun için de eğitim konusunda bir hayli çaba göstermiştir. Okullar hatta kız okulları açtırmıştır. Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki taş mekteplerin birçoğu onun zamanından kalmadır. 1908’de bir askeri darbeyle sıkıştırılınca; "Halk yeterince olgunlaştı. " gibi bir açıklamayla Kanun-ı Esasi’yi yeniden yürürlüğe koymuştur. İlginç olan Abdülhamid’in mantığına çok benzer bir mantığım Cumhuriyet yıllarında da geçerli oluşudur. Tek parti döneminde de hiçbir zaman demokrasiye karşı bir şey söylenmemiştir. Burada Kanân- ı Esasi ve meşrutiyet fikrinden demokrasi fikrine geçiyoruz; demokrasi ile yönetilmek için yine milletin hazır olması gerektiği hâlbuki bu nitelikte bulunmadığı söylenmiştir. Sırf bunun için iki dereceli seçim 1946’ya kadar devam etmiştir. Bugün bile zaman zaman işte demokrasi, AB’nin kuralları iyi fakat biz buna hazır değiliz, diye bir mantık yürütülüyor. Demek ki, Abdülhamid’in mirası daha sonra da devam ediyor.

3. Prof. Dr. Standford J. Shaw

II. Abdülhamid’in bir İslam Birliği politikası mevcut muydu, II. Abdülhamid döneminde Hicaz Demiryolları bir İslam Birliği düşüncesinin başlangıcı mıydı?

Abdülhamid, İslam’ı siyasal amaçları için kullandı. Güneydoğu Avrupa, Rusya gibi farklı ülkelerden gelen mültecilerle İslam Birliği meydana getirmek istiyordu. Avrupalı güçlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki yayılımcı ataklarını durdurabilmek için baskı aracı olarak kullandı ve yaptıklarıyla makul bir başarı elde etti. Bunun için Kemal Karpat’ın yeni kitabı, İslam’ın Siyasallaşmasına bakılabilir.


4. Prof. Dr. Mehmet İpşirli

II. Abdülhamid’in Batı ile olan münasebetini anlatır mısınız?

Bu konular daha yeni yeni fark ediliyor. II. Abdülhamid İmparatorluğun her tarafının fotoğraflarını çektiriyor. Bu fotoğraflardan özel bir seçme yaparak bir nüshasını ABD’deki bir kongreye gönderiyor. Yani İmparatorluğu tanıtıcı ve iki devlet arasındaki münasebetleri geliştirici faaliyetlerde bulunuyor. Abdülhamid her zaman her şeyi yerli yerinde kullanabiliyor. İnsanı hayrete düşüren nokta bu. Meşakkatli ve sıkıntılı bir aile hayatı var. Bir yandan bunu, bir yandan da devlet yönetimini bir arada idare etmek zorunda. Abdülhamid, sanata karşı da çok duyarlıdır. Çünkü kendisi marangozdur. O, işi yapıp yaptırmasını seven birisidir. Kendisine gelen yüzlerce, binlerce raporun özetini okuyup, memlekette neler döndüğünü iyi bir şekilde öğreniyor. Bunun neticesinde de devlet işlerini yaptıracağı güvenli adamları rahatlıkla seçebiliyor. İşi ehline veriyor. Yani II. Abdülhamid hem iyi bir idareci, hem de başkasına iş yaptırmasını bilen bir insandır. Abdülhamid bundan dolayı memleketin içindeki insanlara ve dış ülkelerdeki ilişkilerini rahatlıkla sürdürebiliyor.

5. Prof. Dr. Vahdettin Engin

II. Abdülhamid emperyalizme karşı mıydı?

Sultan II. Abdülhamid emperyalist Batı ülkelerinin artan saldırıları karşısında ülkenin ayakta kalabilmesi için gerek insan unsurunun iyileştirilmesine, gerekse de sağlam müesseseler oluşturulmasına ihtiyaç bulunduğunu biliyordu. Dolayısıyla icraatları da bu yönde olmuştur. Bu icraatların olumlu sonuç vermesi ile de kendi döneminde, bütün emperyalist saldırılara rağmen, ülkeyi ayakta tutmayı başarabilmiştir. Bu yönüyle değerlendirildiği takdirde, II. Abdülhamid’i 19. Yüzyılın en önemli antiemperyalist lideri olarak nitelendirmek çok da yanlış olmaz.

6. Prof. Dr. Sebahattin Zaim

Sultan II. Abdülhamid hakkında Türkiye’de iki görüş var. Birileri "Kızıl Sultan " diyor, birileri ise "Ulu Hakan " diyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Kızıl Sultan" tabiri, Yahudilerin sözüdür. Batılıların koyduğu bir tabirdir. Bu neyi gösterir? II. Abdülhamid’in Batı’ya karşı başarılı bir politika uyguladığını, Osmanlı’yı Batılıya yedirmediğini, parçalatmadığını, yem yapmadığını ve onların karşısında taş gibi durduğunu gösterir.


Cumhuriyet Osmanlı’dan doğdu ama Cumhuriyet kurulduktan sonra Osmanlı kötülenmiştir. Bilinçli bir şekilde kötülenmiştir. Bunu normal buluyorum. Çünkü yeni rejim kuruluyor. Yeni rejim kurulunca eskiyi kötüleyeceksin ki kendi varlığını gösterebilesin. Bu bakımdan 1920’lerdei 19390’larda Cumhuriyet rejiminin Osmanlı’yı haksız yere kötülemesini, işin tabiatı gereği görüyorum. Ama bugünlerde yapılmaması lazım. Artık cumhuriyet oturdu.

7. Prof. Dr. Kemal H. Karpat

Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Abdülhamid’in derviş olduğunu söylüyor. Bu konuda siz neler düşünüyorsunuz?

II. Abdülhamid tam manası ile bir Osmanlı hükümdarıdır. Devleti bir arada tutmak için bilhassa 1878’den sonra meydana gelen şartlar altında elinden geleni yapmış ve geniş çapta da başarı sağlamıştır. Yani onun 30 sene kadar saltanatı esnasında Osmanlı Devleti bütünlüğünü koruyabilmiş, bugünkü Türkiye’nin temelini hazırlayan yeni oluşumların meydana gelmesine imkân vermiştir. Yeni bir toplum ortaya çıkması, yeni bir devletin oluşması, yeni şimendifer, demiryolları kurulması ve özel teşebbüsün ortaya çıkması, hepsi bu devirde olmuştur. Şüphesiz ki, Cumhuriyet’i kuran kuşak, tamamıyla Abdülhamid’i her şeyden evvel siyasi bir şahsiyet olarak, devlet idare eden bir padişah olarak görüp o şekilde değerlendirdim. Bence Abdülhamid ne göklere çıkartılmalı, ne de yerin dibine batırılmalıdır. Abdülhamid zamanında padişah olarak üzerine düşen görevi yapmış Osmanlı Devleti’ni ayakta tutabilmiştir.

8. Prof. Dr. İlber Ortaylı

II. Abdülhamid ve İmparatorluğun sonu hakkında bilgi verir misiniz?

"…Bazı insanlar sorsunlar kendilerine; mesela bugünkü yöneticiler "Acaba 100 sene sonra bizi anmak için de böyle bir takım adamlar konuşur mu? " diye. Bu çok önemli bir şey. İkincisi; tarihe mal olan bir kişilik vardır. I. Cihan Harbi’nin en zor günlerinde "hakan-ı sâbık" vefat ettiğinde Beylerbeyi Sarayı’ndan cenazesi kaldırılmış. Cenaze mahalle aralarından geçiyor. O dönemde İttihat ve Terakki’nin harp içinde diktası var. Malum, zaten harpte herkesin her istediğini yazıp söylenmesi de beklenmemeli; ama evlerin pencerelerinden bir takım kadınlar çıkıyor: " Bize ekmeği 10 paraya yediren, kömürün okkasını 5 paraya aldıran padişahım, nereye gidiyorsun bizi bırakıp? " diye ağlıyorlar. Demek ki bir insan, bir devlet orada kendini aklamıştır. Onun da kara tarafları vardır; ama muhasebeyi yaptığın zaman aklarla karaları ayırırsın, ortaya ne çıkmış ona bakarsın. Bilânço diye bir şey vardır. Tarihçi o bilânçoyu namusla, dikkatle, ilmi hassasiyetle yapmak zorundadır. Bunu yapmaz da çalakalem giderse işte o zaman Beylerbeyi sokaklarında pencereden uzanan ağlayan hatunlarla bu gibi törenleri, toplantıları fedakârlıkla tertipleyen arkadaşları adamı yalancı çıkarırlar, mahcup olursun. Bunların üzerine düşünmek gerekir, çünkü hakikat kaybolur. "

Comments


Bu içerikler de ilginizi çekebilir:

bottom of page