top of page

Hangi adalet?

II. Mehmet’in İstanbul’u fethedip Fatih ünvanını alması kadar adil oluşu da meşhurdur. Buna en güzel örneklerden biri bu anlatılan olaydır. Fatih Sultan Mehmet, yapılacak bir camii inşaatı için uygun görülen bir araziyi istimlak eder. Ardından bunu fermana yazdırır ve doğal olarak mühürleyerek istimlak kararını tasdikler. Fakat bu arazinin sahibi bir Yahudidir. İstimlak kararı çıktıktan sonra bunu kendine yediremeyen Yahudi kadıya yani dönemin yargıcına giderek koca padişahı şikayet eder. Kadı padişahı huzuruna çıkarır. Her iki tarafı da dinledikten sonra padişahın mühür vurduğu sağ elinin kesilmesine karar verir. Fatih Sultan Mehmet karara tepkisiz karşı gelmez, şeriatın kestiği parmak acımaz dercesine itiraz bile etmez. Bu karar üzerine Yahudi şaşırır. Sırf kendi arazisi istimlak ediliyor diye koskoca padişahın kolunu kesecekler diye düşünür ve şikayetinden vazgeçer. Kadı, Fatih Sultan Mehmet’e dönerek; “Eğer padişahlığına güvenip benim verdiğim karara karşı gelseydin şu gördüğün topuzla senin kafanı ezer ve seni oracıkta öldürürdüm” der. Kadının bu cümlelerine karşı İstanbul’un fatihi Sultan Mehmet de; “Eğer ki sen de benim padişahlığıma aldanıp farklı bir karar verseydin ben de senin kafanı kılıcımla koparırdım” der. Yahudiye gelince. Bu adalet sistemine ve bu kadar insanlığa yüreği ne kadar haz etmiştir ki o karar verildikten sonra şikâyetini geri alır ve Müslümanlığı kabul ederek o anda şehadet eder.


Buna ek olarak tüm taşların yerine oturması açısından küçük bir olayı daha paylaşmakta yarar var. III. Sultan Mustafa, Beylerbeyi Sarayı’nı genişletmek istemişti. Bunun için civardaki bir dul kadının arsasını almak gerekiyordu. Kadın arsasını satmak istemeyince, padişah zorla arsayı almayı aklından geçirmedi. Hatta sarayın eskiyen bir kısmını yıktırdı ve halka mahsus bir bahçe hâline getirdi. Bu ve bunun gibi birçok bilgi paylaşılabilir. Unutmayın adaleti ile nam salmış, kanun yapıcılığı ile bilinen Kanuni Sultan Süleyman meselesine hiç girmedim bile.

Türk devletleri Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar evrilen tüm devletleriyle birlikte iki büyük özelliği ile parlamıştır. Bunlardan ilki savaşçı özellikleri ikincisi ise adil olmalarıdır. Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle savaşçı değil barışçı yöntem izleyeceğini tüm dünyaya duyurmuş ve bundan sonra Türkiye topyekün bir savaşa girmemişti. Milli sınırları tehdit dışında askeri gücünü kullanmayan Türkiye günümüzde de çok net anlaşılacağı gibi belli bir kısmın çıkarları haricinde de o meşhur adalet sistemini de kullanmamaktadır.


Devrin padişahının kolunu kestirebilecek güçte bir adalet sisteminden, hukukun üstünlüğü ilkesi yok sayılan ve durmadan siyasiler tarafından baskı altında tutulan hukuk sistemine geçişimiz sürerken sanırım bunun cezasını çekenler dışındaki herkes yatağında huzurla uyuyordu, uyumaya devam ediyor.


bottom of page