top of page

Barok Üslubun Osmanlı Yaşayışına İşlendiği Saray: Dolmabahçe Sarayı

  • Yazarın fotoğrafı: Editör
    Editör
  • 16 Nis 2022
  • 6 dakikada okunur

İstanbul’un fethinden önce kraliyet ailesinin küçük vadisi adıyla anılan Fındıklı ile Beşiktaş semtleri arasında yer alan bu koy, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmek için gerçekleştirdiği, gemileri Haliç’e indirme planın bu koydan başlaması ve fetih sonrasında da birçok Osmanlı padişahının konakladığı, etkinlikler düzenlediği bir alan olarak önemini tarih boyunca devam ettirmiştir. Takriben 16.yy.’dan itibaren yerleşilmeye başlanan bu alanın 19.yy.’a gelene kadar İstanbul’un en ihtişamlı saraylarından birine dönüştürüldüğü ve bu işi saray mimarı olan hassa mimarlarından Garabet Amira Balyan’a devredildiği bilinmektedir. Saray bugün ki halini almadan önce bir hasbahçe etrafında çeşitli köşklerin inşa edildiği ama bundan da önce I. Ahmet ve II. Osman’ın bu alana adını verecek olan deniz kıyısının doldurularak geniş bir kıyı şeridi elde edildi. Dolmabahçe Saray’ı adını bu tarihi geçmişinden alarak, önceleri küçük kasırlar, harem bölümü, tersane, Kavak Sarayları, Valide Sultan Dairesi gibi birbirinden bağımsız birimlerden oluşurken 1775 yılında çıkan bir yangında kısmen harap olması ve ardından III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde tamir ve eklemeler ile yenilenme çalışmaları, en sonunda bugünkü saraya bizi ulaştıran Sultan Abdülmecid’in bu alanı tamamen temizleyerek 1842/56 yıllarında planlı bir şekilde yeniden inşa edilmesi suretiyle oluştu. Sultan Abdülmecid’den önce bu sahil sarayı daimi bir ikametgah yeri olarak gören ilk padişah II. Mahmut olup bu amaçla yanan birimleri tamir ettirerek ve bazı eklemeler ile yenileyerek o güne kadar sayfiye yeri olan sarayın ihtiyaçlara cevap verecek bir konuma getirmiştir. Devletin yeni idari binası olan Dolmabahçe Sarayı, Topkapı Sarayı’ndan bağlarını koparak batılılaşma yolunda toplumu biçimlendiren bir padişahın ışığında yeni bir anlam kazanmıştır. Zira II. Mahmut’un yenilikçi, Batı terbiyesi görmüş bir padişah olması, oğlu Abdülmecid’in tahta geçtikten hemen sonra Avrupa saraylarına benzer bir tarzda plan ve dekor oluşturması normal karşılanmış; sadece kendi tebaasına değil Avrupa’ya da gücünü göstermek istemiştir. Bilindiği üzere kabul edilen sanat ve mimari tarzı kişi ve topluluk yaşayışına direkt tesir etmektedir. Bu bağlamda barok tarzı mimarinin Osmanlı yaşayışına tesir ettiğini söylemek de mümkündür.

1. Dolmabahçe Sarayına Dair

İstanbul’da 18.yy.’da başlayan devasa yapı projeleri Dolmabahçe Sarayı ile noktalanmış olup; saray 110.000 metrekarelik bir alan kaplamaktadır. Sarayın ana birimlerini oluşturan Mabeyn, Muayede Salonu, Harem ve Veliaht Daireleri’nden başka Dolmabahçe Camii, tiyatro, saat kulesi, serasker dairesi gibi yapılar ve bunların arkasına düşen sarayı L biçiminde genişleten kısmında Kuşluk, Camlı Köşk, Hareket Köşkleri, Matbah-ı Amire gibi birçok yapı ve kayıklar için de bir liman yer almaktaydı. Dolmabahçe Sarayı’nın tarihsel süreçteki konumunu düşününce gerek kavram, gerek üslup ve boyut olarak gelenekle ilgisi olmayan dikkat çekici bir saray olarak karşımıza çıkmaktadır. II. Abdülhamid saltanatı boyunca burayı kullanmadı, dolayısıyla bu süreçte ciddi bir bakımdan geçmedi ve ne yazık ki doğal afetlerden dolayı tahrip oldu. Deprem, yangın, yanlış şehircilik planlaması yüzünden tiyatro, kayıkhane ve serasker daireleri tümüyle, Istabl-ı Amire ve Matbah-ı Amire gibi birimlerin ise kısmen ortadan kalkmasına neden oldu. Dolmabahçe Sarayı inşa edildiği tarihten Halife Abdülmecid’in buradan ayrıldığı tarihe kadar tam 68 yıl içinde sadece 35 yıl kullanılmış olup 6 padişahla son halife Abdülmecid’in burada oturduğu bilinmektedir. Cumhuriyetin ilanından sonra ise ‘milli saraylar’ kapsamına alındı ve bu tarihten sonra cumhurbaşkanının yazlık çalışma ve yabancı devlet adamlarını karşılama yeri olarak kullanıldı. Atatürk’ün başkanlık ettiği I. Dil ve Tarih Kurultayı bu sarayda gerçekleşti. 1984 yılında alınan bir kararla müze içinde müze örneklerinden birini oluşturan bir saray olarak düzenlendi.

2. Sergi Salonları

1984 yılında gerçekleştirilen bir sempozyumda sarayın müzeye dönüştürülmesi kararının ardından sarayın Mabeyn, Harem gibi birimlerinde geçici sergiler düzenlenirken bazı birimlerinde kalıcı sergiler oluşturulmuştur. Dolmabahçe Sarayı’nın bu farklı birimlerinde düzenlenen sergilerle halk tarih ile buluşturuldu ve toplum tarihiyle tekrardan bağ kurma fırsatı yakaladı. Sultan Mehmet Reşad dönemine ait Camlı Köşk ve bu köşkü saraya bağlayan koridor daimi bir serginin düzenlendiği bir sanat merkezi haline getirildi. Bu koridorun alt katı da kuş resmi ve fotoğraflarından oluşan bir galeriye dönüştürüldü. Yine II. Abdülhamid dönemine ait olan Hareket Köşkleri de birer sergi mekanı olarak karşımıza çıkmaktadır.

3. Saray Girişleri

Toplamda Selamlık, Muayede Salonu ve Harem olmak üzere üç ana bölümden oluşan yapının karadan ve denizden olmak üzere pek çok girişi vardır. Bu kapıların en önemlileri Selçuklu Devleti’nin anıtsal taç kapı formunun yeni bir yorumu olarak okunan Saltanat ve Hazine kapılarıdır. Bu kapılar karadan girişi sağlayarak, Saltanat Kapısı Muayede Salon’una, Hazine Kapısı ise Mabeyn-i Hümayun’a girişi sağlar. Deniz tarafında ise büyük rıhtım üzerinde Muayede Salonu’nun merdivenlerine açılan kapı en önemli olanıdır. Rıhtım boyunca sıralanan diğer dört yalı kapısı ise daha küçük tutulmuş olup demir parmaklıklar ile çevrelenmiştir. Genel olarak bakıldığında belli bir üslup birlikteliği görülmemekle birlikte tek açıklıklı bir zafer takı niteliğinde kapılar abartılı ve gösterişli motiflerle bezelidir.

4. Mabeyn Salonu, Kırmızı Salon ve Zülvecheyn Salonu

Sarayın dışarıya doğrudan bağlantısını sağladığı gibi saraya girildikten sonra ilk karşılaşılan salon Mabeyn, diğer adıyla Selamlıktır. Kareye yakın bir plana sahip olan oda içeriden kubbe dışarıdan ise çatıyla örtülü olup geleneksel bayramlaşma törenlerinin düzenlendiği yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu salonun ortasında ‘Kristal Merdiven’ adıyla anılan gösterişli bir merdiven vardır ve birinciyle ikinci katı birbirine bağladığı gibi bir merkez de oluşturmaktadır. Zira salon ve odalar bu merdivenin çevresine göre ayarlanmıştır. Üst katta dekorlarında kullanılan kırmızı renginden dolayı Kırmızı oda olarak anılan bu salonda padişahlar yabancı elçilerle görüşürlerdi. Devletin ihtişamını yansıtabilmek için oldukça gösterişli bir düzenlemeye sahip olan salon, sarayın en gözde odalarından biridir. Sarayın çok amaçlı kullanılan ve iki cepheli anlamına gelen Zülvecheyn Salonu ise, sarayın hem resmi hem de özel işlerinin yürütüldüğü bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Ramazan aylarında saray halkının cemaatle namaz kıldığı bu oda, harem ve selamlık bölümlerini birbirinden ayırmaktadır.

5. Harem ve Diğer Birimler

Şüphesiz sarayın en önemli birimlerinden birini Harem bölümü oluşturmaktadır. Zira bu bölüm dışarıdan olağanüstü yüksek duvarlar ile ayrılmış olup planı ise karmaşıktır. Beş büyük salonu olan bu bölümde Mavi Salon, padişahın harem halkıyla bayramlaştığı yer, Pembe Salon ise harem halkının günlük muhabbetlerini sürdürdüğü yer olarak bilinmektedir. Mabeyn (Selamlık) Salon’unu 300 metrelik bir koridorla hareme bağlayan bu yol üzerinde altı kapı olup, deniz tarafından ilk karşılaşılan oda Valide Sultan’ın kabul odası; ondan sonraki oda ise Valide Sultan’ın yatak odası olarak bilinir. Cumhuriyet’in ilanından sonra İstanbul’a geldikçe burada kalan Mustafa Kemal Atatürk’ün çalışma ve yatak odası ise bu iki odanın ardında yer almaktadır. Sarayın diğer önemli birimlerinden Hünkâr Hamamı, sarayın gösterişli süslemelerinden eksik kalmayacak bir düzenlemeye sahip olup duvarların tamamı işlenmiş zemini ise Marmara mermeriyle kaplanmıştır. Mecid Efendi Kitaplığı ise son Osmanlı halifesi Abdülmecid Efendi tarafından oluşturulmuş olup Türkçe ve yabancı dillerden zenginleştirilerek oldukça değerli kitaplara sahiptir. Veliaht Dairesi, Hareket Köşkleri, Mefruşat ve Muhafızlar Dairesi, ahırlar, tiyatro, ambarlar, fırınlar, un fabrikası, kışlalar, eczaneler sarayın diğer birimleri arasında sayılabilir.

6. Sarayın Süslemelerine Dair

Paris opera binasının dekoratörü Ch. Sechan tarafından yapılan saray içi süslemeleri, 18. yüzyılda başlayan Batı etkilerinin tipik bir örneğini oluşturmaktadır. İç ve dış süslemeleri birbirinden bağımsız özellikler gösteren sarayın kapıları barok üslubu taşırken, iç süslemeleri Neo-Klasik üslup barındırmaktadır. Sarayın Mabeyn (Selamlık) Salon’u neo-klasik bir düzenleme içinde antik motifler, bordürler, pano ve üçgen alınlıklarla sıralanmış olup süslemelerin mimariyle bir bütünlük oluşturması göz önünde bulundurulmuştur. Muayede Salon’u daha farklı özellikle daha yoğun bir süslemeyle karşımıza çıkmakta; bu da süslemenin farklı biri tarafından düzenlendiğini düşündürmektedir. Salonun deniz cephesinde neo-klasik anlayışın varlığı pencere alınlıklarında ve süslemelerinde kendini göstermektedir. Sarayın en gösterişli odalarından biri olarak anılan Kırmızı Salon’un tavanı kaset tavan olarak düzenlenmiştir. Tavan kornişlerinden tutup işçiliğine kadar barok etkiler gösteren bu salon kesinlikle padişahın ve çevresinin Batı modasını yakinen takip ettiğini göstermektedir. Bu salonda kullanılan kristal avize İngiltere’den getirtildiği gibi sarayın genelinde gördüğümüz bu özenli durum için sarayın içinde kullanılan tüm mobilyalar ve avizeler Avrupa atölyelerinden ve fabrikalarından çıkmadır. Sarayın dış cephelerindeki eklektik süsleme anlayışının bir uzantısı olarak Osmanlı Devleti’nin geleneksel kalem işi ve bazı kesimlerde duvar resmi niteliğinde manzara ve natürmortlara da yer verildiği görülmektedir. Süslemede horasan sıva veya alçı üzerine boya uygulandığı bilinmekle birlikte alçı kabartma üzerine altın yaldız boyama da uygulanmıştır.

7. Piyanolar

Dolmabahçe Sarayı’nın görkemini daha da perçinleyen on iki piyano, sarayın farklı odalarına yerleştirilmiştir. Bu piyanolar Milli Saraylar Rehberi Osman Nihat Bişgin’den edindiğimiz bilgiye göre Batı’nın sadece sanatsal üslubunu değil, müziğini de aldığımızı göstermektedir. Tanzimat döneminin bütün özelliklerini yansıtarak saray içinde vücut bulan bu piyanolar, yaklaşık olarak 1856 yılından sonra saraya getirilmiştir. Osmanlı tarihi açısından belki de en önemli husus ise burada başlamaktadır; Osmanlı kadınlarının aldıkları piyano dersleri onları bu piyanoların başına oturtmuş ve bu on iki piyanonun da sürekli kullanılmasını sağlamıştır. Hiçbirinin atıl olmadığı bu piyanolar Hertz, Pleyel, Gaveau ve Erard gibi markalardan oluşmaktadır.


Mimari üslup olarak diğer saraylardan ayrılarak daha çok Batı tarzı barok mimari esintilerinin gözlemlendiği Dolmabahçe Sarayı, Osmanlı Devleti’nin gerek mimari gerekse de sanatsal diğer alanlarda yüzünü Batı medeniyetine döndüğünü göstermektedir. Mimari ve sanat insan yaşayışını ve algısını direkt etkileyen iki önemli unsur olduğundan, Dolmabahçe Sarayı, bir saray olma özelliğinden çok Osmanlı hanedanına yeni bir yaşam tarzı sunması yönüyle önemlidir.

8. Saray Planı

Dolmabahçe Sarayı’nın genel tasarımı Hassa Mimarları Ocağı’nda yetişmiş Garabet Balyan’a ait olup çeşitli birimlerde Nikogos Balyan’ın etkileri okunmaktadır. Saray deniz kıyısından dikilen ahşap direklere oturtulan platformlar üzerine uygulanan taş temeller üzerinde yükselmektedir. Bu yüksek duvarlar için dıştan taş malzeme kullanılmış iç taraftan ise tuğla malzeme ile örülmüştür. Görkemli Muayede Salonu’nun beş buçuk tonluk avizesini taşıması için çatıdan destekleyici bir strüktür vardır ve çatı kurşun ile kaplanmıştır.

Comments


bottom of page