Türk Modernleşmesinin Dönüm Noktası Olarak Cumhuriyetin İlanı
- Editör

- 3 gün önce
- 3 dakikada okunur
29 Ekim 1923, Türk tarihinin en kritik dönemeçlerinden birini temsil eder. Bu tarih, yalnızca bir yönetim biçiminin değişimi değil; Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan siyasal, toplumsal ve hukuksal yapının köklü biçimde dönüşümünü ifade eder. Cumhuriyetin ilanı, Türkiye’nin egemenliğin kaynağını ilahi otoriteden millet iradesine taşıdığı, modernleşme sürecinde yeni bir aşamaya geçtiği tarihi bir olaydır. Bu yazı, Cumhuriyetin ilanına giden süreci tarihsel, siyasal ve düşünsel bağlamlarıyla ele alarak, 29 Ekim 1923’ün Türk modernleşmesi açısından taşıdığı çok boyutlu önemi irdelemektedir.

19.yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı İmparatorluğu, hem içte hem dışta büyük bir meşruiyet kriziyle karşı karşıyaydı. Tanzimat (1839) ve Islahat Fermanı (1856) gibi reform girişimleri, merkezi otoriteyi güçlendirmeyi hedeflese de, devletin çöküşünü durdurmakta yetersiz kaldı. II. Meşrutiyet’in ilanı (1908) ile birlikte anayasal bir düzen arayışı yeniden gündeme gelse de, savaşlar, işgaller ve ekonomik yıkımlar, imparatorluğun siyasi bütünlüğünü koruyamadı.
I. Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nin fiilen sona ermesi, Türk milletini kendi kaderini tayin etme zorunluluğuyla karşı karşıya bıraktı. 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlatılan Milli Mücadele, yalnızca bir bağımsızlık savaşı değil, aynı zamanda yeni bir devlet ve toplum düzeninin inşası süreciydi.

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması, egemenliğin kaynağının millet olduğu ilkesinin fiilen hayata geçtiği ilk dönüm noktasıdır. Bu, monarşik sistemin siyasal temellerini zayıflatan en önemli adımdır.
1922 yılında saltanatın kaldırılmasıyla (1 Kasım 1922), devletin yönetim biçiminin değişeceği artık açıkça görülmeye başlamıştır. Ancak bu değişimin hukuki ve anayasal zemine oturtulması için uygun siyasi koşulların olgunlaşması gerekiyordu.

1923 yılı başlarında Lozan Antlaşması görüşmeleri devam ederken, iç siyasette hükümet krizleri yaşanıyordu. Özellikle Meclis hükümeti sisteminin uygulamadaki tıkanıklıkları, yeni bir yönetim modelinin gerekliliğini ortaya koydu. Mustafa Kemal, bu dönemdeki siyasi belirsizlikleri Cumhuriyet’in ilanı için bir fırsata dönüştürdü. 28 Ekim 1923 gecesi yakın çalışma arkadaşlarına, “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyerek sürecin fiili başlangıcını yaptı. 29 Ekim 1923 günü, Meclis’te yapılan anayasa değişikliğiyle “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyettir” hükmü kabul edildi. Ardından yapılan oylamada Mustafa Kemal, oy birliğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi. Bu gelişme, Osmanlı’dan kalan monarşik-saltanat sisteminin hukuken tamamen sona erdiği, modern bir ulus-devletin doğduğu anı temsil eder.

Cumhuriyetin temel felsefesi, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine dayanır. Bu ilke, 1921 Anayasası’nda yer almakla birlikte, 1923 sonrasında tüm siyasal kurumların ve toplumsal düzenin merkezine yerleştirilmiştir. Cumhuriyet, bir yönetim biçiminden öte bir toplum projesidir. Mustafa Kemal’in önderliğinde gerçekleştirilen reformlar, yalnızca siyasi sistemin değil, aynı zamanda sosyal hayatın, eğitimin, hukukun ve kültürün yeniden yapılandırılmasını hedeflemiştir.
Laikleşme, kadın-erkek eşitliği, eğitimde bilimsel yaklaşım ve çağdaş hukuk düzeni, Cumhuriyet’in dayandığı temel sütunlardır.
Atatürk’ün şu sözü, Cumhuriyet’in toplumsal yönünü özetler:
“Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.”
Bu ifade, Cumhuriyet’in sınıfsal ayrıcalıkları reddeden, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduğu bir yurttaşlık anlayışını temsil eder.
Cumhuriyetin ilanı, Türkiye’nin modernleşme sürecini kurumsal hale getirmiştir. 1924 Anayasası, kuvvetler birliğine dayalı meclis hükümeti sistemini sürdürmekle birlikte, devletin laik ve ulusal kimliğini pekiştirmiştir. Ardından gelen inkılaplar — harf devrimi, eğitim reformu, medeni kanun, kadın hakları, ekonomik kalkınma hamleleri — Cumhuriyet’in modernleşme misyonunu pekiştirmiştir. Cumhuriyet, aynı zamanda Türkiye’yi uluslararası sistemde bağımsız ve saygın bir aktör haline getirmiştir. Lozan Antlaşması ile tanınan egemenlik, Cumhuriyet’in siyasi ve diplomatik temelini oluşturmuştur.

29 Ekim 1923, bir tarihsel dönüm noktası olmanın ötesinde, Türkiye’nin siyasi kimliğini, toplumsal yapısını ve modernleşme yönelimini belirleyen bir mirastır. Cumhuriyet, yalnızca geçmişin bir hatırası değil; her neslin yeniden anlamlandırması gereken bir değerler sistemidir. Atatürk’ün “En büyük eserim” dediği Cumhuriyet, çağdaş Türkiye’nin varlığını borçlu olduğu temel ilkedir. Bu nedenle 29 Ekim, sadece bir bayram değil; ulusal kimliğin, egemenliğin ve çağdaşlaşma iradesinin sembolüdür.












Yorumlar