top of page

Sevr’den Lozan’a Uzanan Direnişin Anatomisi

  • Yazarın fotoğrafı: Onur Şişman
    Onur Şişman
  • 1 gün önce
  • 2 dakikada okunur

Tarih, bazen milletlerin onurunu kağıda döker, bazen de ihanetleri yazar. 10 Ağustos 1920’de Paris’in Sevr kasabasında imzalanan Sevr Antlaşması, işte bu ikinci kategoriye girer. Adına “barış” denmişti ama içeriği, Türk milletinin tarih sahnesinden silinmesini hedefleyen bir parçalanma planıydı.


Sevr Antlaşması'nı imzalamak üzere Paris Barış Konferansı'na giden Osmanlı heyetinin İtilaf Devletleri'ne ait bir savaş gemisinin güvertesinde çekilmiş fotoğrafı. Fotoğrafta fes giyen Damat Ferit Paşa'nın sağında Şura-yı Devlet Reisi Rıza Tevfik, solunda Maarif Nazırı Bağdatlı Mehmed Hâdî Paşa ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey yer alıyor.
Sevr Antlaşması'nı imzalamak üzere Paris Barış Konferansı'na giden Osmanlı heyetinin İtilaf Devletleri'ne ait bir savaş gemisinin güvertesinde çekilmiş fotoğrafı. Fotoğrafta fes giyen Damat Ferit Paşa'nın sağında Şura-yı Devlet Reisi Rıza Tevfik, solunda Maarif Nazırı Bağdatlı Mehmed Hâdî Paşa ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey yer alıyor.

Birinci Dünya Savaşı’nın mağlubu Osmanlı Devleti zaten Mondros Mütarekesi ile diz çökmüştü. Stratejik bölgeler işgal edilmiş, ordular terhis edilmiş, limanlar ve demiryolları İtilaf Devletleri’nin kullanımına açılmıştı. Ama asıl büyük darbe, masada hazırlanıyordu. İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan, Anadolu’yu aralarında paylaşıyor; Türk milletini Orta Anadolu’nun ortasında küçük, güçsüz ve kontrol edilebilir bir topluluk haline getirmeyi planlıyordu.


Sevr Antlaşması’nın maddeleri bu planın açık ifadesiydi. Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurulacak, güneydoğuda özerk bir Kürdistan oluşturulacaktı. İzmir ve geniş Ege Bölgesi, Trakya’nın büyük kısmı Yunanistan’a bırakılacaktı. Adana, Antep, Urfa, Maraş gibi iller Fransa’nın; Antalya ve çevresi İtalya’nın nüfuz alanına girecekti. Boğazlar uluslararası bir komisyonun yönetimine devredilecek, Osmanlı ordusu 50 bin askerle sınırlandırılacak, ağır silah bulundurulması yasaklanacaktı. Ekonomik olarak kapitülasyonlar genişletiliyor, maliye ve gümrük gelirleri tamamen yabancı denetimine veriliyordu.


Eğer bu maddeler yürürlüğe girseydi, Türklerin bağımsız bir devleti kalmayacak, Osmanlı’nın mirası tarihten silinecekti. Ama İtilaf Devletleri’nin hesaba katmadığı bir güç vardı: Anadolu’da uyanan milli irade ve onu örgütleyen bir lider. Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında, yalnızca işgale değil, işte bu ölüm fermanına karşı da ilk adımı atıyordu.


Erzurum ve Sivas kongrelerinde “Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz” ilkesi kabul edildi. Bu karar, Sevr gibi bir antlaşmanın asla tanınmayacağının halk iradesiyle ilanıydı. 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı ve İstanbul hükümetinin imzaladığı hiçbir anlaşmanın millet adına bağlayıcı olmadığı açıklandı. Sevr, daha doğduğu gün Ankara’da reddedildi.


Ancak reddetmek yetmezdi. Bu reddiyenin geçerli olması için sahada kanıt gerekiyordu. İşte Kurtuluş Savaşı, tam da bu nedenle yalnızca bir işgal karşıtı mücadele değil, Sevr’i fiilen ortadan kaldırma savaşıydı. Düzenli ordunun kurulmasıyla birlikte Birinci ve İkinci İnönü Muharebeleri kazanıldı, moral üstünlük sağlandı. Sakarya Meydan Muharebesi’nde Mustafa Kemal’in “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” sözü, yalnızca askeri bir emir değil, milli direnişin felsefesi oldu. 30 Ağustos 1922’deki Büyük Taarruz ise Yunan ordusunu Anadolu’dan söküp atan kesin darbe oldu.


Bu zaferlerin ardından 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi, savaşın fiilen sona erdiğini ilan etti. Artık masada Sevr yoktu; Türk tarafı kendi koşullarını konuşabilecek konuma gelmişti. 1923’te toplanan Lozan Konferansı, zorlu diplomatik mücadelelere sahne oldu. İngilizler, Fransızlar ve diğerleri hâlâ bazı tavizler koparmak istese de, İsmet Paşa’nın başkanlığındaki Türk heyeti geri adım atmadı.


Ve 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü uluslararası alanda tanındı, kapitülasyonlar kaldırıldı, Boğazlar üzerindeki Türk egemenliği kabul edildi. Sevr ise resmen ve tamamen tarihin çöplüğüne atıldı.


Bugün Sevr Antlaşması, arşivlerde sararmış bir kağıt olarak duruyor. Ama o kağıt, bize şunu unutturmamalı: Bağımsızlık, masada hediye edilmez. Mustafa Kemal Atatürk ve Türk milleti, kendi kaderini başkalarının kaleminden değil, kendi iradesinden doğan bir mürekkeple yazdı. Ve bu yüzden Sevr, Türk milletinin değil, işgalcilerin hayali olarak kaldı.


Onur Şişman

Comments


Bu içerikler de ilginizi çekebilir:

bottom of page